10 Eylül 2008 Çarşamba

Basın'dan

http://www.birgun.net/actuel_index.php?news_code=1220607945&year=2008&month=09&day=05

BU YIKIM ROMANLARIN SULUKULE’DEN TEHCİRİ

05 Eylül 2008
Erdal Karayazgan

AKP hükümetinin ve AKP Büyükşehir/ Fatih belediyelerinin Sulukule’de yürüttükleri “Kentsel Dönüşüm Projesi” bir rant projesi olmaktan öte İstanbul’un göbeğinde bir tehcir uygulamasıdır. Bu “proje” 2005-2008 arasında İstanbul Sulukule’den Roman vatandaşlarımızın tehciri olarak tarih kayıtlarına geçiyor.
Sulukule’den bu tehcir uygulamasına karşı çıkan Sulukule Platformu’nun tüm mücadelesine; CHP Milletvekili Çetin Soysal ve ÖDP Milletvekili Ufuk Uras’ın konuyu TBMM’ye taşımalarına; Avrupa Birliği yetkililerinin, ABD Helsinki İzleme Komitesi’nin, çeşitli uluslararası sivil toplum kuruluşlarının ve UNESCO’nun konuyla ilgili itirazlarına (ki UNESCO raporunda Sulukule’de bu “kentsel dönüşüm projesi”nin bir “soylulaştırma projesi” olduğu belirtilmiş ve durumun düzeltilmesi için Büyükşehir/Fatih belediyelerine 2009’a kadar mühlet verilmiştir) rağmen Sulukule’nin “dönüşümü” devam ediyor. Binalar yıkılıyor; Sulukule’de ikamet eden Romanlar burayı terketmeleri için artan bir baskıyla karşı karşıya.
Nisan 2008’de Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı’nın talebi üzerine, İstanbul Valiliği İnsan Hakları Kurulu Başkanlığı İnsan Hakları Araştırma ve İnceleme Komisyonu’nun haziran ayında hazırladığı ön raporda “Uygulanması Gereken Acil Öneriler” şöyle sıralanıyordu:
1. Bölge insanına acil temiz içme-kullanma suyu ve yiyecek yardımı yapılması,
2. Yaşamak için gereksinim duyulan kanalizasyon, elektrik ve su gibi hizmetlerin verilmesi,
3. Bölgenin salgın hastalıklardan korunması için acilen ilaçlanması,
4. Hızlı bir sağlık durum tespiti yapılarak hasta olanlara tedavi yardımı yapılması,
5. Sağlık hizmeti için prefabrik sağlık ocağı yapılması,
6. Çocuklar için oyun parkı, eğitim ve sosyal olanaklar sağlanması,
7. Tarihi altyapı özelliklerinin korunması,
8. Tarihi bina yıkıntılarına zarar vermeden diğer molozların kaldırılması,
9. Tarih ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından acilen (sarnıç sistemi) alt ve üst yapının tespitlerine dönük rapor hazırlanması,
10. Bölgenin yer altı/yer üstü envanterlerinin çıkarılarak 2368(*) sayılı Tarih ve Kültür Varlıklarını Koruma Projesi doğrultusunda 1000 yıllık tarihsel dokunun ve bölgede yaşayan “Roman” halkın korunması.

İstanbul Valiliği İl İnsan Hakları Kurulu bu önerileri oybirliği ile onaylıyor ve 25.06.2008 tarihinde gönderdiği bir yazıyla aşağıdaki kurumlardan “konuyla ilgili alınması gereken acil önlemlerin kurumlar arasında koordinasyonunun sağlanarak alınması ve herhangi bir insan hakları ihlaline sebebiyet verilmemesini, alınan tedbirlerden 15 Temmuz 2008’e kadar Valilik İnsan Hakları Kurulu Başkanlığı’na bilgi” vermelerini istiyordu:
Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Fatih Kaymakamlığı, İl Sağlık Müdürlüğü, İl Milli Eğitim Müdürlüğü, İstanbul Yenileme Alanları Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü, Fatih Belediye Başkanlığı, BEDAŞ A.Ş. Genel Müdürlüğüne ve İSKİ Genel Müdürlüğü.
Sulukule’de yaşayan Roman vatandaşların tehcirini sağlamak üzere uygulamaya konulan yaptırımların sonucunda oluşan insan hak ihlallerinin artık sürdürülmemesi ve hak ihlalleri neticesinde oluşan durumun düzeltilmesinin açıkça talep edildiği bu resmi kurul raporuna da verilen cevap farklı olmamış; 28 Ağustos’ta çevik kuvvet eşliğinde yine yıkımlara devam edildi
AKP hükümeti İçişleri, Sağlık, Enerji ve Tabii Kaynaklar ve Milli Eğitim Bakanlıklarının ilgili kurumları, Büyükşehir ve Fatih Belediyeleri İl İnsan Hakları Kurulu’na 15 Temmuz 2008’e kadar aldıkları önlemler hakkında bilgi verdiler mi bilmiyoruz. Ancak, rapor tarihinden bu yana Sulukule’de durumun daha da kötüye gittiğini biliyoruz. Tehcir uygulaması “kararlılıkla” sürdürülüyor.
İl İnsan Hakları Kurulu tarafından onaylanan raporda da öngörüldüğü üzere, “Bölgenin yer altı/yer üstü envanterlerinin çıkarılarak 2368(*) sayılı Tarih ve Kültür Varlıklarını Koruma Projesi doğrultusunda 1000 yıllık tarihsel dokunun ve bölgede yaşayan “Roman” halkın korunması” yani bu tehcir uygulamasının durdurulması için hiç bir şekilde geç kalınmış değildir. Kentsel Dönüşüm Projesinde yapılacak binaların kapalı otoparklı lüks villalar yerine Sulukule Romanlarının yaşam ve kültürüne uygun mütevazi konutlara dönüştürülerek onların bin yıldan fazladır sürdürdükleri yaşamlarına devam etmeleri halen sağlanabilir. Bu niteliklere haiz Sulukule Romanlarının isteklerine göre tasarlanmış bir proje Sulukule Platformu tarafından hazırlatılmıştır bile.
Gerek hükümet gerekse ilgili belediyeler bu tehcir uygulamasını durdurarak Sulukule’de Romanların kalmasını sağlayabilir veya bugüne kadarki politikalarını aynen sürdürebilir. Çok kimlikli, çok-kültürlü bir toplumsal yaşamdan yana olmak ya da ayrımcılığın neden olacağı bir tehcirden sorumlu olmak arasında bir seçim söz konusudur.
Bu tehcir uygulaması hakkında bilgi sahibi olmasına rağmen sessiz kalarak bu duruma karşı çıkmayan her bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının da “Sulukule’den Roman Vatandaşların Tehciri”nden de bizzat sorumlu olacağını/olduğunu düşünüyorum.
(*) Sulukule’deki gelişmelerle ilgili geniş bilgi http://sulukulegunlugu.blogspot.com adresinden bulunabilir. “2368 sayılı Tarih ve Kültür Varlıklarını Koruma Projesi” olarak raporda yer alan ibarenin 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu” ve “Tarih ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu” ibaresinin de “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu” olması gerekir (E.K.).

http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=12600&y=FikriAkyuz

Şu Sulukule meselesini çoktandır yazmak istiyordum ama son halini gidip görmeden yazmak istemiyordum. Tamam “gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür” demek mümkündür ama Sulukule bir köy değil, neticede Fatih'in bir mahallesi..
Yıllar boyunca Sulukule denilince akla hep “uyuşturucu satıcılığı” ve “hırsızlık” geldiği için mi bu mahallenin sakinleri kırk kilometre ötedeki Gaziosmanpaşa'nın Taşoluk beldesine “sürülüyor?”
Sulukule'yi yıkılmadan önce de birkaç kez görmüş ve burasının ciddi manada rehabilite edilmesi gerektiğine kanaat getirmiştim. Yine burada hırsızlık olaylarının ve uyuşturucu satıcılığının yaygın olduğunu Fatih'te cumhuriyet savcılığı yapan bir arkadaşımdan detaylı bir şekilde dinlemiştim.
Bununla beraber, bütün bunların bir mahallenin “ortadan kaldırılmasının” mazeretini teşkil edemeyeceğini de biliyorum.
Ama aynı sorun sadece Sulukule'de yok ki!
Bu sorun Gaziosmanpaşa'nın Sarıgöl ve Beyoğlu'nun Dolapdere ve Hacıhüsrev mahallelerinde de mevcut değil mi? Kaldı ki Sarıgöl'de Büyükşehir Belediyesi ile Gaziosmanpaşa Belediyesi'nin ortak çalışması sonucunda harap olmuş binalar yıkılmış ama buranın sakinleri kırk kilometre öteye sürülmemişti.
Bu insanlar “zararlı tiplerse”, bu insanların yerleştirileceği Taşoluk'un günahı nedir? “Taşoluk, İstanbul merkezine uzak olduğu için bunlar artık merkeze gelip zarar marar veremez..” diye mi düşünülüyor? O zaman amaç nedir? Amaç, yıkık dökük binaları ıslah etmek, rehabilite etmek midir? Peki “yıkık dökük” binalar sadece Sulukule'de mi vardır?
Zeytinburnu'nda Büyükşehir Belediyesi çok doğru bir kararla kentsel dönüşüm gerçekleştirmek amacıyla Sümer mahallesini yıkarken burada oturan insanları Tekirdağ il sınırına mı sürdü? Sulukule'nin tüm sakinleri uyuşturucu satıcısı ve hırsız mıdır?
Şayet böyle ise, bu insanlar Taşoluk'a gidince “Arkadaşlar Taşoluk'ta bize ekmek yok..” deyip kendilerini “emekliye” mi ayıracaktır?! Yok eğer hepsi potansiyel suçlu değilse, tamamına böyle bir “operasyon” niye yapılıyor?
Bir Çingene çocuğunu yıllardır oynadığı sokaktan alıkoymanın doğuracağı travmanın bedeli imar ıslah planının hangi maddesine denk düşer?
“Karakol Amirlerinin Umumi Vazifeleri Bölümü”nün 9. maddesinde “olağan şüpheliler” bakınız nasıl yer alıyor: “Serseriler, meczuplar, esaslı bir mesleği olmayan Çingeneler..” Peki “esaslı bir mesleği olup” da misal Türk, Kürt, Çerkez olanlar hırsızlık ya da uyuşturucu satıcılığı yapmıyor mu? Bir devlet, kendi vatandaşları arasında bir ırka yönelik böylesine dışlayıcı ve suçlayıcı tavrı nasıl gösterir?
Bu Sulukule meselesinin bir başka yönü daha var ki, bu durum ilerde belediyeyi ve Ak Parti'yi zor durumda bırakacak bir takım gelişmelere de zemin olabilme potansiyeli taşımaktadır. Ben belediyenin de hükümetin de iddia edileceği üzere burada “rantsal bir alan” oluşturmak amacıyla hareket ettiğine inanmıyorum.
Ancak bu konu bazı kronik muarızlar ve müzmin muhalifler tarafından öylesine speküle edilecektir ki, iddialar peş peşe gelmek suretiyle kamuoyunun kafası karıştırılacaktır.
Örneğin denilecektir ki: “Sulukule'nin yıkılmasına karar verildikten sonra ama henüz yıkılmadan önce bazı kişi ve kurumlar buradan pek çok arsa satın aldı. Bu arsaların yerine yapılacak olan yeni binalarla burada bire on bir rant edilecektir.”
Türkiye'de otuz yılda yapılmış olanları beş yılda yapma becerisini gösteren hükümet ile İstanbul'da çevre düzenlemesi de dahil büyük projelere imza atan Kadir Topbaş'ın “2. Şaban Dişli olayı” gibi algılanabilecek olan bu tür iddialarla yıpratılmaya çalışılacağı o kadar aşikar ki.. Üstelik işin bir yönü daha var ki, amaç o olmasa da amacın o olduğu hususu dünya kamuoyunun da önüne serilmek istenecektir.
O da şudur: Nasıl ki İsmet İnönü döneminde Yahudiler Varlık Vergisi ile Aşkale'ye sürüldü.. Nasıl ki Adnan Menderes döneminde, 6-7 Eylül 1955'te, Atatürk'ün doğduğu evin bombalandığı iddiasıyla İstanbul'daki Rumların evleri ve işyerleri talan edildi.. İşte bu Sulukule meselesi de “Çingenelere yönelik bir sürgün” gibi anlatılacak ve maalesef dış dünya da olayı böyle “okuyacaktır”.
Hiçbir şey yapmasa bile sırf Haliç gibi bir “pisliği” temizlemiş olan “çevreciliğin daniskası” Başbakan Erdoğan'ın bu Sulukule meselesine “el koyma” zamanı gelmiştir.
Zira ortalık “çevrecilerin daniskalarıyla” değil ama pislik atmaktan imtina etmeyen “çamurcuların feriştahları” ile doludur.