19 Ocak 2008 Cumartesi

UNESCO BASIN TOPLANTISI

http://www.aksam.com.tr:80/haber.asp?a=105473,3

İstanbul’un UNESCO’nun ‘Dünya Mirası Listesi’nden çıkarılmaması için verilen süre 1 Şubat’ta doluyor. Önceki gün Sulukule Platformu tarafından düzenlenen basın toplantısında UNESCO İzleme Komitesi’nin Türk üyeleri son 2 yılın değerlendirmesini yaptı. Ancak umut verici bir sonuç çıkmadı: Verilen sözler tutulmazsa İstanbul ‘Dünya Miras Listesi’ndeki yerini kaybedecek... İşte uzmanların tespitleri:Tutulmamış sözlerin acısını çekiyorum
Cevat Erder (ICOMOS Eski Başkanı, Ulus-lararası Kültür Varlıklarını Koruma Onarım Araştırma Merkezi eski Genel Direktörü): İki yıl önce İstanbul’u savunmak için beni Litvanya’ya götürdüler. Listede kalmak için lobi yaptım. Dünya Mirası Listesi’nin gereklerini yerine getireceğimize söz verdim. Belediye, Bakanlık, Valilik temsilcileri bana oy birliği ile savunma gücü verdiler. İstanbul’a dönünce düzenli olarak toplantılar yapıp Belediye’ye sorumluluklarını hatırlattım. Mimarlar Odası, “Belediye yetkilileri belki Fransızca, İngilizce bilmiyordur” diye Dünya Mirası Komitesi’nin kararını Türkçe’ye çevirerek bir kitap yayınladı. Ancak UNESCO’nun bize önerdiğinin pek azı gerçekleşti. Bunları size acı çekerek bildiriyorum. Dünya Miras Listesi’nden çıkmak uluslararası toplumdan dışlanmak gibi bir şeydir.İSTANBUL’UN YÜZDE 1’İ BİLE KORUNAMADI
Prof. Doğan Kuban (Anıtlar ve Sitler Konseyi (ICOMOS) Türkiye bölümü kurucusu): İstanbul’da tarihsel koruma yıllardır çözülememiş bir sorun. 1970’lerde hazırladığım İstanbul Koruma Planı uygulanmadı, kentin yüzde 1’i bile korunamadı. Yenikapı’daki Bizans limanının içinden iki metro hattı geçiyor.UNESCO LAF OLSUN DİYE RAPOR İSTEMİYOR
Prof. Dr. Nur Akın (UNESCO İzleme Komitesi üyeleri ICOMOS Türkiye Başkanı):İstanbul listede yer alsa da, almasa da 3 imparatorluğa başkentlik yapmış, dünyanın en önemli kültür kentidir. Bu bizim mirasımız ve bunu sorumsuzca harcamaya hakkımız yok. UNESCO laf olsun diye, rafa kaldırmak için rapor istemiyor.İKTİDAR SARHOŞLUĞU İÇİNDE İŞ YAPIYORLAR
Korhan Gümüş (Mimar):Türkiye UNESCO’ya yönetim planlarının hazır olacağının sözünü verdi. Ancak buna uygun bir örgütlenme yok. Tarihi Yarımada plan çalışmaları çok eski tekniklerle yürütülüyor. 19’uncu yüzyıldan kalma planlama-proje yöntemleri dayatılıyor. Korumacılık, geçmişi yeniden inşa etmek demek değildir. Bu uygulamalar yaratıcı alanın gasp edilmesidir. İktidar sarhoşluğu içinde yapılan bu uygulamalarla kenti iyileştirmek mümkün değil.Aylin DURMAZ/İSTANBUL



http://www.milliyet.com.tr/2008/01/16/guncel/axgun03.html

İstanbul dünya mirası listesinden çıkarılabilirBir basın toplantısı yapan komite üyeleri, Süleymaniye, Sulukule ve Four Seasons Oteli'nin ek inşaatı gibi projelerdeki sorunlara dikkat çekti ve şeffaflık istedi
TAHSİN AKSU İstanbulAralarında mimar, sanat tarihçisi ve UNESCO İzleme Komitesi üyelerinin de bulunduğu Sulukule Platformu üyeleri Süleymaniye, Sulukule ve Four Seasons Oteli'nin ek inşaatı gibi projelerin İstanbul'u UNESCO Dünya Mirası listesinden çıkarabileceğini belirtti. Platform üyeleri, 1 Şubat'ta UNESCO'ya sunulacak Alan Yönetim Planı'nın kamuoyuna açıklanmasının zorunlu olduğunu da vurguladı.Makine Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi'nde düzenlenen basın toplantısına Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi (ICOMOS) Türkiye kurucusu Prof. Dr. Doğan Kuban, UNESCO İzleme Komitesi üyesi Prof. Dr. Cevat Erder, ICOMOS Türkiye Ulusal Komitesi Başkanı Prof. Dr. Nur Akın, UNESCO İstanbul İzleme Komitesi üyesi Doç. Dr. Deniz İncedayı ile Sulukule Platformu üyeleri Aslı Kıyak İngin, Korhan Gümüş ve Derya Nüket Özer katıldı.
'Proje şeffaf olmalı'Sanat tarihçisi Özer, tarihi yarımadadaki çalışmaların şeffaflıktan uzak bir anlayışla yürütüldüğüne dikkat çekerek, "İstanbul, 2008 Temmuz ayında listeden çıkarılabilir. Bu nedenle 1 Şubat'ta UNESCO'ya sunulacak olan Alan Yönetim Planı Tarihi bölgeyi insanıyla, doğasıyla, yapılarıyla, her şeyiyle ele alıp değerlendirecek, şeffaf ve kamuoyunun bilgisine sunulacak bir plan olmalı" dedi.Mimar Korhan Gümüş de planın birkaç uzmanın bir araya gelmesiyle hazırlanamayacağını ifade ederek, "Çok ciddi bir araştırma geliştirme çalışması yapılmalı. Her şeyden önce yetkili, sorumlu, şeffaflık içeren ve ne yaptığını bilen bir oluşum olmalı. Neron'un, Mussollini'nin yaptığı gibi yanılsamalar iktidar sarhoşluğudur. Bu zihniyet kentin elindeki zenginliklerin kaybedilmesi demektir" diye konuştu.
'Milliyet sayesinde gördük'Prof. Dr. Erder de medyanın kararlılığına dikkat çekerek, "Otelin yanındaki arkeolojik alana inşaat yapılmasaydı ve medya bunun üzerine gitmeseydi biz bu noktaya gelemezdik" dedi.Toplantıda konuşan ICOMOS Türkiye Ulusal Komitesi Başkanı Prof. Dr. Nur Akın da Four Seasons Oteli inşaatını detaylı olarak ilk kez Milliyet sayesinde gördüklerini belirterek, şunları söyledi:"Bizim havadan ve yakından görme şansımız hiç olmadı. Çünkü etrafı kapalı. Zaten bu projenin kamuoyuyla paylaşılmamış olduğunu gördüğümüz zaman, 'Bu iş tamamen bitmiştir' demektir. Acaba Four Seasons, Roma'nın merkezindeki arkeolojik bölgede böyle bir otel yapmaya cüret edebilir miydi?" 1 Şubat'tan sonra ne olacak?UNESCO, tarihi yarımadadaki yanlış uygulama ve projeler nedeniyle 2006'da Türkiye'yi uyararak İstanbul'un Dünya Mirası listesinden çıkarılabileceğini bildirmişti. Bu uyarıya göre yerel yönetim ile ilgili tarafların 1 Şubat 2008'de UNESCO'ya korumanın kentsel yaşamla birlikte nasıl ele alınacağına dair bir plan sunması gerekiyor. Sunumun ardından UNESCO'dan heyetler, Temmuz ayına kadar İstanbul'a gelerek planın işleyişini yerinde inceleyecek. Değerlendirmeden sonra da İstanbul için karar verecek.

10 Ocak 2008 Perşembe

KÜLTÜR BAKANI’NA AÇIK SORULAR

Sulukule'deki kentsel yenileme projesiyle ilgili bir meclis soru önergesini yanıtlayan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, mahallenin, Osmanlı mimarisiyle yeniden şekilleneceğini ve bu yapı tiplerinin üniversite öğretim üyesi olan proje tasarımcıları tarafından belirlendiğini açıkladı.

Bakanın bu açıklamalarının kafalardaki sorulara bir cevap olmadığını, tam tersine daha büyük endişelere mahal verecek sözler olduğunu belirtmek istiyoruz.


TARİH

1. Dünyada binlerce yıllık kent olarak adlandırılabilecek iki yerleşim
alanından biri olan İstanbul'un merkezinde, Tarihi Yarımada'da sürdürülen yenileme projelerinin her biri mimarlık skandalı niteliğinde.

Örneğin Süleymaniye'de, Kiptaş tarafından insanlardan arındırılan ve yeni sahiplerinin yatırım ihtiyacını karşılamak için yıktırılan sapasağlam tescilli binalar, İstanbul gibi bir kentin nasıl bir inşaatçı mantığına teslim edildiğini ortaya koyuyor. Süleymaniye Projesini onaylayan Koruma Kurulu bile, bu yıkımar konusunda suç duyurusunda bulundu, ama ne yazik ki, iş işten geçtikten sonra!... Ya suça daha fazla iştirak etmemek icin, ya da tarihi bina katliamı gercekten onların bile yüreğini sızlattığı için. Çünkü malum, kurullar, “koruma”dan çok, “yıkıp yenileme” amacına hizmet ediyorlar...

Bölgelerde tescilli binaların bile yıkılarak yerine, UNESCO’nun uyarılarına aldırış edilmeden taklit Osmanlı evleri yapılması, konutların yeni sahipler için yapıldığının göstergesi. Çünkü, buraların değerleneceği bilgisini “içeriden” alıp yatırım yapan “müşteriler” eski binaları tercih etmiyor.

Nitekim Sulukule projesinde de, tescilli sivil mimari örneği sayısının düşük gösterilmesi, tıpatıp aynı nitelikte onlarca başka evin es geçilmesi de bunu gösteriyor.

Kültürle ilgili en üst düzeydeki kamu görevlisi olan Sayın Bakan, neden kültürü yok sayan bir inşaatçı mantığı ile yalnızca fiziksel mekanı dönüştürmeyi hedefleyen bu ilkel mimarlık uygulamasını destekliyor?


2. Sultanahmet otel inşaatında yaşanan skandal bu kez de Sulukule’de tekrarlanmak üzere. Projede, evlerin altı bütünüyle otopark olarak öngörülmüş. Oysa, mahallenin, Bizans ve Osmanlı zamanlarında çok önemli bir yerleşim alanı olduğu biliniyor. Türkiye'nin 1982'de imzalamış olduğu UNESCO Konvansiyonu, yer
altındaki arkeoljik varlıklar araştırılmadan yeni inşaat yapılamaz diyor.
Ayrıca surların bulunduğu bölgede yapılacak inşaat faaliyetlerinin de bu konvansiyona göre DKMK ile haberleşerek yürütülmesi
gerekiyor. Dahası, TC yasaları uluslararası normların dikkate alınmasını
gerektiriyor.

Oysa, bölgedeki kalıntılar hic bir zaman araştırılmadı. Bazı kaynaklara gore, 569-570 yıllarında inşa edilen Deuteron sarayının, Sulukule'de olması yüksek bir olasılık.

Sulukule'ye tarihi adını veren "su" yun, yani bir zamanlar Bayrampaşa sırtlarından kopup gelen Lycos deresinin suyunu toplayan Bizans sarnıcının üzerine, iki yıl kadar önce inşa edilen yüzme havuzu kompleksi ise başka bir skandal... Bu kompleksin inşası ne tesadüftür ki, Sulukule'nin yenileme alanı ilan edildiği günlere rastlamıstır!... Yatırımcıların ilgisini cekmek, bölgenin değerini artırmak ve proje sayesinde yerlerinden edilecek Romanların yerine mahalleye yeni yerleşecek olanlara bir cazibe merkezi olusturmak icin... Yanina bir de alisveris merkezi ve otel insa ettiniz mi, işte kültür, işte "çağdaş" yenileme!... Üstelik de “sosyal”!...

Fatih Belediyesine ve tabii ortaya çıkan projeye göre, arkeolojik kazıya şimdilik gerek yok. Ama, inşaat kazıları sırasında, dozerlere, ekskavatörlere tarihi birşeyler takılırsa, ne yapılması gerektiğine o zaman karar verilecek!
Yoksa, aynı Sultanahmet örneğinde olduğu gibi, bölgenin etrafı perdelerle çevrilip, kalıntılar rahat rahat yok mu edilecek?


SOSYAL, EKONOMİK, KÜLTÜREL SORUNLAR

3. Yüzlerce yıldır Sulukule’de yaşayan insanları zararlı yaratıklar gibi gösteren:

-Onları, “siyah ve esmer vatandaşlar” olarak niteleyen ve hem savcı hem yargıçmış gibi “kötü şeyler yapıyorlar” yargısında bulunan zihniyetle (TOKİ Baskanı Erdoğan Bayraktar, bkz. Ekonomist Dergisi 12 Kasım 2007) ;

-Projenin mahalle sakinlerinin ve sivil toplum kuruluslarinin katılımıyla, mahallelilerin ihtiyaçları doğrultusunda gerçeklesmesi için mücadele veren STK’ları, “daha fazla istifade etmek isteyen provokatör ve kışkırtıcılar” olarak tanımlayan anlayışla (AKP Milletvekili Mehmet Müezzinoğlu ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in basın toplantısı, bkz. Yeni Şafak 27 Aralık 2007);

-Yine STK’ların yenileme projelerine muhalefetini, “uyuşturucu ve kadın satıcılarının” kendi çıkarlarını korumak için harekete geçmesi olarak kamuoyuna sunmaya çalışan kamu şirketi yoneticisiyle (yine TOKİ başkanı, bkz. Milliyet 18 Kasım 2007)

- Sulukule’nin, Osmanlı orta ve üst tabakasının ikamet ettiği bir mahalle olduğunu, bütün tarihi verilere rağmen ıspatlamaya çalışarak sürgün ve yıkımları doğrulama uğraşına giren; mahallelinin Sulukule adıyla anılmaktan “aşırı derecede rahatsiz” olduğunu iddia ederek hem tarihten gelen bu adı, hem de orada yaşayanları aşağıladığının ayırdına bile varmayan Fatih Belediyesi’yle (bkz. http://www.fatih.bel.tr/kate_detay.asp?id=46&tur=387)

ve daha saymakla bitmez gaflarla, bilgisizlik veya çarpıtmayla oluşturulan “sosyal” projenin, insanlari sürmesinden, yaşam biçim ve çevrelerini değiştirmeye zorlamasından ve oradaki kültürü yok etmeye çalışmasından başka bir şey beklenebilir mi?



4. Bölgede yaşam ekonomisi de altüst ediliyor, orada bir arada yaşamaktan doğan iş kaynaklarının yanısıra, kültürlerini yeniden üretme yolları da kesiliyor. İnsanların evlerini satmaya, kiracıların yer değiştirmeye zorlanması yaşama, barınma ve insan haklarına aykırıdır. İnsanların yaşam biçimlerine müdahale eden, birlikte ve dayanışma içinde yaşamaları sayesinde sürdürebildikleri Roman kültürünü, bölünerek ve dağıtılarak uzun süre sürdüremeyecekleri açıktır. Bu uygulama açıkça ayrımcılık ve asimilasyondur.
Bir kültür bakanı, bu ayırımcılığı ve en az bin yıl öncesine dayanan bir kültürün yok edilmesini nasıl destekleyebilir?



5. Öte yandan, bölgeyi yenileme alanı ilan edenler de, projeyle ilgili karar organlarında yer alanlar da , bölgeye yatırım yapanlar da, ya aynı kişiler ya da onların yakınları olan partililerdir. Hatta aralarında rant için kavgalar bile çıkmıştır (bkz. http://www.haberfatih.com/detay.asp?hid=1213).

Bir kültür bakanı, sokaklardan saraylara koca bir imparatorluğu nağmeleriyle dolduran, uluslarası kabul görmüş müziğiyle dünyada tek olan, dünyaca ünlü müzisyenler yetiştiren bu mahallenin , nasıl olur da rant için yok edilmesine göz yumabilir?
Buranın, insanlarıyla birlikte yaşaması ve yaşatılması için, bir kültür ve turizm merkezi haline getirilip sakinleriyle birlikte kalkınması için nasıl olur da fikir beyan etmez, kavgasını vermez?
Yenilemek veya “nezihleştirmek” için değil de “iyileştirmek” için bir proje yapılmasını talep etmez?



MİMARİ

6. Bakan, kurul çalışmalarında surların gabari olarak dikkate alındığını
söylüyor. Böyle bir yaklaşım kültürle ilgili bir konuda yeterli olabilir mi?
Surlara bir yönetim alanı olarak bakılması gerekli. İstanbul'un Kara
Surları, dünyada tarihsel topografyasını, bostanları, anıtları, mahalleleri
ile koruyabilmiş tek örnek.

Tarihi mirasa , basit bir toplu konut şirketi yöntemi ile, iş merkezi, tatil köyü, rezidanslar, gibi, tek tip yani homojenleştirici bir mimarlık ve şehircilik mantığı ile yaklaşılamaz. Oysa, Sulukule projesi, buraya yama gibi bir toplu konut sitesini sığdırmayı öngörüyor.


7. Bakanın açıklamasında yer alan Osmanlı mimarisi tarzı ne demektir?
Sulukule için hangi dönemin Osmanlı tarzı esas alınmaktadır? Bir kültür
bakanı mimarlık ve kentsel tasarımla ilgili bir fikri bu şekilde
sorgulamadan, kamusal işlevini yok sayacak bir biçimde kullanabilir mi?

"Surlara uyumlu konutlar" başlığı altında mimari düşünce ve sorgulama alanını kapatan, “ben yaptım oldu” mantığıyla üretilen projelerin nasıl bir sonuç vereceği ortada. İstanbul gibi bir kentin böylesine dar bir perspektiften, homojenleştirici inşaatçı mantığı ile yönetim planı olmadan, uluslararası normları, yasaları çiğneyerek, katılımcılığı kale almadan, yaratıcı fikirlere açılmadan dönüştürülmeye çalışılması, geçmişteki tepeden inmeci uygulamalarda olduğu gibi yalnızca küçük bir azınlığı zengin etmekten başka bir sonuç yaratmayacak.

Oysa gelişmiş dünya, sonuçların hep aynı olduğunu görerek bu yöntemleri çoktan geride bıraktı.

Projelerin insanlar için yapılması dileğiyle

Sulukule Platformu

SULUKULE : ‘’BATSIN BU DÜNYA’’ (?)

Prof. Dr. İsmet Okyay
Yeni Mimar Gazetesi, Aralık 2007

‘’B en burada 200 gr kıyma etini,bir Sana yağının yarısını bakkaldan isteyebiliyorum.Üstelik bunu da borç defterine yazdırabiliyorum.Biz burada böyle yaşıyoruz.Beni buradan kanun marifetiyle kapı dışarı ederlerse ben 200gr kıymayı,yarım Sana yağını istanbul’un neresinde,hangi bakkaldan isteyebilirim,nasıl ayakta kalabilirim bu bebelerle ?’’

‘’Bize lüks konutlar vereceklermiş.Bu bize Hammer cip hediye etmeye benziyor. Benzinini alamadıktan,sigortasını yaptıramadıktan sora ben ne yapayım Hammer cipi.’’

‘’Asıl olan ayrımcılık.Bizi dağıtarak asimile etmek istiyorlar.’’

‘’Hayatımızı onlar çizmek istiyorlar. Ferman onların elinde.Belki evimizi kamulaştırabilirler,ama ruhumuzu asla ! ‘’

‘’Oğluma keman almıştım,pek hevesliydi. Sonra düşündüm.Müzisyen olmasını istemedim.İlerse horlanmasını,ezilmesini istemedim.Kemanı kırdım attım.’’


Bu haykırışlar karşısında hiçbir şehir planlama kuramının, hiçbir ‘’şehir yenileme ,dönüşüm ‘’ modelinin hükmü yoktur. Her şeyi durdurmalı,yeniden düşünülmelidir. Akl_ı hikmet, vicdan , modellerin oluşturulmasında başat ilkeler olmalıdır.

Sulukule. Bin yıllık anıtsal tarihi eserlerle aç içe bir mahalle. Dünyanın en güzel müziklerinden birinin yaratıldığı yer. Koca koca belediye başkanlarında.TOKİ’li yöneticilerden,dev inşaat sektörü patronlarından,en ciddi danışmanlardan,mimarlardan, şehir plancılarından hiçbiri ‘’ben roman müziğini sevmem., yoğun bir işgünü sonunda eve gittiğimde Bach.,Mozart dinlerim diyebileceğini sanmıyorum.Bu ülkede her düğün,dernek tango ile başlar, gecenin ilerleyişiyle roman müziği ile biter.

Sulu kule, 5366 sayılı yasa marifetiyle kentin içinden tıraşlanıp,yerine lüks konutlar yapılmak isteniyor.Zira bu alan pazarlama piyasası rayiçlerine göre çok kıymetli.Bunun faturasını bu müzik yaratıcıları ödesin,nereye giderlerse gitsinler,İşte Taşoluk’a gitsinler,birkaç saatte ulaşılabilen bir diyar.Tesbih taneleri gibi saçılsınlar.Kentsel rantın altın kuralları böyle : Altını olan kuralı koyar !

Sulukule halkının Taşoluk’a sevkiyatı ,aslında bir tür ‘’tehcir’’dir.

Sulukule’li ‘’beni dönüştürme,ben böyle varolabiliyorum,müziğimi dansımı böyle mekanlarla özdeşleşerek yaratabiliyorum’’ diyor.Büyün dünyada böyle.Yüzlerce yılın ezilmişliğine,horlanmışlığına karşı böyle bir müzikal uslûpla ,kendilerine özgü mekanlar kurarak direnebilmişler. ‘’batsın bu dünya ‘’dememişler.Coşku dolu müzikleri ile cevap vermişler.Huyları böyle. Onlara en konforlu müzik salonlarını verseniz,aynı aynı uslup ve muhtevada şimdiki müzikleri gibi müziği ,dansı yaratamazlar.

Bu romanlar bizde olmayan gizi güçlere sahipler.

Ülkenin bütünlüğü salt terörle mi ihlal ediliyor sanıyorsunuz ? Kapalı kapılar ardında yapılan kentsel rant hesaplarıyla,sırasında ‘’kentsel yenileme ‘’ formülasyonları ile yerinden yurdundan etmelerle,orada, burada,şurada ,yer yer ve ruhlarda...

Kentsel yenileme (renovation urbaine) Batı Avrupa kökenli planlama modelidir.Başlarda,1950’li yıllarda çok masum ve iyi niyetli idi. 2.Dünya Savaşı sonrası yıkılmış,yıpranmış Avrupa’da büyük bir mesken yetmezliği sorunu baş gösterdi.Hükümetler bir yandan hızla yeni konut inşasına yönelirken ,diğer yandan mevcut konut stokunun iyileştirilmesini,sıhhileştirilmesini amaçladı ve uyguladı.Bu konuda gelişme sağlayabilecek kurumların,örgütleşmelerin gerçekleşmesini teşvik etti.Örneğin Fransa’nın ünlü ANAH (Agence national de l’Amelioration de l’Habitat) kuruluşu bunlardan biridir.Ne var ki, 1970’lerden sonra kendini toparlayan Batı’da yüzlerce idarecisi,mühendisi,kalifiye işgücü ile dev inşaat şirketleri ülke içine yeterli pazar bulunamaması nedeniyle ülke dışındaki pazarlara yöneldiler,devlet de bu girişimleri teşvik etti.Arap ülkeleri de bu önemli pazarlardan biriydi.1973’te petrol üreten arap ülkeleri ile Batı arasında petrol fiyatları anlaşmazlığı büyük gerilimlere neden oldu ve arap ülkeleri kendileri ile iş yapan büyük inşaat şirketlerinin işine son verdi (Zeki Yamanî olayı). Yeni iş alanı bulamayan dağılma tehlikesi ile karşılaşan yüzlerce dev inşaat şirketleri devletlerinden
yeni iş alanları bulunmasını talep ettiler. Zira, şirketlerin dağılması çok büyük bir işsizliğe ,dolayısı ile ekonomik ve sosyal (hatta siyasal) krize neden olabilecekti.Hükümetler çözümü,ülke içinde inşaat alanlarının açılmasında gördüler.Ama parsel bazında,yapı adası bazında değil , mahalle büyüklüğünde alanların ‘’şehir yenileme’’ yasaları çerçevesinde toptan yıkılarak,kent dokusunun tıraşlanarak ...
Kuşkusuz bu büyük yıkımlardan tarihi şehir dokuları da nasibini aldı.Harika güzellikteki 19.yüzyıl mimarisi ile oluşmuş kent dokuları buldozer kepçeleri altında yok oldu.Günümüz Batı’sı bu yıkımlardan hâlâ utanç duyar. Zira böyle bir ‘’kentsel yenileme’’ çok mahzurlu idi.Tarihi kent dokuları yok edilerek,yerine kentleri estetiği ile uyuşmayan gökdelenler gelmişti ,yok olan fiziki çevre ile sosyal doku da,komşuluk ilişkileri de.küçük esnafın müşteri çevresi de yok edilmişti, üstelik nüfus yoğunluğu artışı ile yetersiz kalan altyapı ve kentsel donatının. (okul,kreş,hastane,güvenlik güçleri personel sayısının artması gibi) maliyetini kamu ödemişti.Günümüzde bu modelden vazgeçilmiştir. İşte Batı Avrupa’da ki 1070’ler öncesi ve sonrası ‘kentsel yenileme’’ modeli anlam ve içerik bakımından böyle farklılıklar gösteriri. Şimdi bizdeki idareler Batı’daki 1970’ler sonrası , büyük kent dokularının fiziki ve sosyal yıkımı modelini sahiplenmiş görünüyorlar. “Adalet ve kalkınma “ sözcüklerini şiar edinenler, ya yukarıda değindiğimiz süreçteki incelikleri bilmiyorlar,ya da bu “yok edici” modeli bile bile benimsiyorlar.

Funda Oral Sulukule konulu yazısında (Radikal Gazetesi,25 kasım 2007) 5215 Sayılı Belediye Kanunu’nun 3.Maddesini tam zamanında ve yerinde gündeme getiriyor: “ .... Belediye belde sakinlerinin mahallî müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan idarî ve malî özerkliğe sahip kamu tüzel kişisini; mahalle, Belediye sınırları içerisinde yer alan, ortak ihtiyaç ve öncelikleri benzer özellikler gösteren ve sakinleri arasında komşuluk ilişkisi bulunan insanların yaşadığı idarî birimi’ni ifade eder. Sulukule örneğinde belediye,vatandaşlara değil inşaat şirketlerine hizmet sunan ve satan bir kuruma dönüşmüş olarak karşımıza çıkıyor” diyor.

Özetle durum budur.Öyleyse biz de sözümüzü Bertolt Brecht ustanın hatırlatması ile bitirelim.

“Bulanık sularda avda
Ne kavgalar edilir
Sonra dostça hep birlikte
Yoksulun hakkı yenir”

5 Ocak 2008 Cumartesi

İnsan Hakları Komisyonu'nda Romanlara Suçlamalar

Romanlara İnsan Hakları Komisyonu'nda da Ayrımcılık ve Aşağılama
Meclis'in İnsan Hakları Komisyonu’nda geçen hafta yapılan oturumda Romanların şikayetlerinden çok, Romanlardan şikayet vardı. Kültürsüz, içkici, uyuşturucu ve kadın taciri ilan edilen Romanlar Komisyon’dan hayal kırıklığı içinde ayrıldı.
BİA Haber Merkezi - İstanbul
05 Ocak 2008, Cumartesi
Neşe OZAN
Sulukuleliler, Fatih Belediyesi’nin “kentsel yenileme” uygulamalarına karşı bir ay önce Meclis İnsan Hakları Komisyonu’na başvurmuşlardı. Geçtiğimiz hafta Sulukule Roman Kültürünü Geliştirme ve Dayanışma Derneği ile Sulukule Platformu, şikayetçiler adına oturuma davet edildi.
Komisyon kapısında bekleyen davetliler arasında Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir ve mahalle muhtarının yanı sıra, bir ay önce kurulan Neslişah Derneği de vardı. Sulukule’deki yaygın kanıya göre, bu yeni derneğin arkasında Belediye var. Sulukule Platformu’nun durmak bilmeyen sıkıştırmalarından bunalan Başkan, çareyi kendine “sivil” müttefikler kazanmakta bulmuş olmalı.
AKP’nin sosyal demokrat transferi Başkan Zafer Üskül ilk sözü Neslişah Derneği’nden Oktay Hallaç’a verdiğinde anlıyoruz ki, Komisyon’un toplanma sebebi Sulukulelilerin şikayet dilekçelerini görüşmekten çok, Sulukulelilerden yana şikayetleri dinlemekmiş.
Belediye’nin projesini kendisi için kurtuluş sayan Oktay Hallaç, Sulukuleliler yüzünden çocuklarına medrese eğitimi veremediğinden yakınıyor. "Sulukuleliler zannedildiği gibi çalgıcı değildir" diyor. Bir bir şikayetlerini sayıyor:
"Bunlar içkicidir, çocukları uyuşturucuya alıştırır, bu mahallede kültür denen şey, kız çocuklarına fuhuş yaptırmaktır…"
Sessizce dinleyen Zafer Üskül’e bakıyorum. Nasıl oluyor da, bir mahallenin bütün insanlarını aşağılayan ve peşinen suçlu ilan eden bu sözlere izin verebiliyor?
"Oğlum, senin annen çalgıcı"
Oturumda Sulukule Roman Derneği’ni ve mahalleliyi Asım Hallaç temsil ediyor. Kaderin cilvesi şu ki, Oktay ile Asım amca çocukları. Asım Hallaç, Oktay’a annesi dahil bütün akrabalarının hem Sulukuleli hem de müzisyen olduğunu hatırlatır hatırlatmaz, dernekçiler ve AKP’li vekiller "Oktay’ın bireysel hayatına ihlal var" diye ayaklanıyor.
Asım Hallaç devam ediyor: “Belediye ya evini satarsın, ya da bana devredersin, dedi.” Kamulaştırma tehdidi yüzünden mahallenin yarısının evini üçüncü şahıslara sattığını anlatıyor.
Zafer Üskül anlamıyor: "Bir vatandaş evini kendi isteğiyle başka bir vatandaşa sattıysa, bunda ne var ki?"Asım Hallaç’a, böyle alakasız mevzuları değil, insan hakları ihlali anlamına gelen konuları söylemesini hatırlatıyor.
Hatice Sultan’ın 20 yıllık muhtarı İsmail Altıntoprak, başta semtin “Sulukule” diye anılmasından rahatsız: “Semtin adı Neslişah Mahallesi. Sulukule deyince, sanki burada sulu, cıvık insanlar yaşıyor gibi anlaşılıyor”. Semt halkının içkici olduğunu, adam soyduğunu, evlerin mezbelelik olduğunu anlatıyor. Üstelik “ne elektrik, ne su öderler”.
Hakkı var; Sulukule’de birçok yoksul evin suyu, faturalar ödenemediğinden kesiktir. Roman kadınlar bütün gün mahalle çeşmesinden su taşırlar. Gözlerim Zafer Üskül’e dönüyor yine. Sorar mı, acaba neden ödemezler?
Derken, Amasya Ormanönü Köyü Derneği adına Şaban Demirci isimli bir zat mikrofona çağrılıyor. Şaşırıyoruz; bu dernek de nereden çıktı? Açıklıyor: “Bizim derneğin mahallede oturan 40-50 üyesi var da…”
Şaban Demir’e göre de mahallede kültür diye bir şey yok: “Hatta bir gün namaza giderken yolumu kestiler; gel, seni önce eğlendirelim, öyle git, diye. İnanın, mahalleye misafir getirmeye utanıyorum.” Komisyon başkanı bu komediye bir şey söylemiyor.
Protokol neden açıklanmıyor?
Sulukule Platformu adına Hacer Foggo, bir kültürü ve insanlarını İnsan Hakları Komisyonu önünde bu şekilde aşağılamanın bir insan hakkı ihlali olduğunu vurgulayarak başlıyor.
Zafer Üskül hemen dikiliyor yerinde: “Bir dakika” diyor, “burası İnsan Hakları Komisyonu’dur. Burada herkesin ifade özgürlüğü vardır, hiç kimsenin bu özgürlüğü engellenemez.”
Hacer yutkunuyor ve daha önce sayısız kez anlattıklarını çaresizce bir daha sıralıyor. Fatih Belediyesi’nin, TOKİ ile 2006’da imzaladığı Sulukule protokolünü, defalarca talep etmelerine rağmen, neden açıklamadığını soruyor. Yerel halktan kaç kişinin projeden ev alabildiğinin açıklanmasını istiyor. Evlerin çoğunlukla rantçılar tarafından kapatıldığını söylüyor.
Kendine göre “dünyanın en sosyal” projesini yapan Başkan Mustafa Demir, mahallenin sosyal durumu hakkında, karalamaya yönelik bilgiler dışında hiçbir bilgi vermeyerek, projenin ayrıntılarına geçiyor.
Sahi, bu mahallede hanelerin gelir düzeyi ne kadardır? Düzenli bir işe sahip kaç kişi vardır? Belediye kiracılara Taşoluk’taki evleri, mülk sahiplerine ise Sulukule’de yeni yapılacak konutları bedavaya vermeyeceğine göre, insan hiç mi merak etmez, acaba mahallelinin alım gücü ne kadardır?
Mustafa Demir, Belediye ile uzlaşmayı reddeden mülk sahiplerine yakında kamulaştırma tebligatlarını göndereceklerini açıklıyor. Bu, Sulukule’nin defterinin dürüldüğü anlamına geliyor. Komisyon’a şimdi bunu kayda geçirmek kaldı. Mahalleli, haklarının korunması için müracaat ettiği komisyonda, “temizlenmesi gereken bir ur” olduğunu öğrendi.
Sulukule temsilcileri hayal kırıklığı içinde Meclis’ten ayrılıyor. Her yerde itilip kakılmak neyse de, Meclis İnsan Hakları Komisyonu önünde aşağılanmak, üstüne bir de kamulaştırma haberini almak doğrusu fazla gelmişti. (NO/EZÖ)